8 Haziran 2007 Cuma

NOSTROMO GÜNLÜKLERİ'ne HOŞGELDİNİZ!

NİLGÜN BİRGÜL'süz bir NOSTROMO GÜNLÜKLERİ, ATILGAN'sız bir UZAY YOLU dizisine benzer... Bu nedenle NOSTROMO GÜNLÜKLERİ'ni ona adıyorum... Nilgün Birgül Nostromo dergisinin yayınlandığı sıralarda (1998-İstanbul)

Günlükleri okumak için lütfen linki tıklayınız...

Sigourney Weaver Alien / Yaratık filminde (1979).







*BİLİMKURGU SİNEMASI

Bilimkurgu Sineması haberlerine için lütfen linki tıklayınız...





























*BİLİMKURGU EDEBİYATI...

Öykü:
ÇOCUKLUK AŞKIM / Haldun Aydıngün

Dev binaya tırmanan basamaklara yaklaşırken güvenlik görevlisi telaşla bana doğru koşmaya başlamıştı. Adam ciddi bir yüz ifadesi ile yaklaştı ve cebimden çıkardığım davetiyeyi görünce yüzünde ilk şüphe belirtisi oluştu, ama gene de gelerek elindeki Kabul’ün düğmesine bastı. Bir saniye geçmeden aletten “olumlu” mesajı yükseldi. Zaten bildiğim gibi davetiyem gerçekti. Ama bunu yeni öğrenen güvenlik görevlisinin kaşları şaşkınlık ve çaresizlik içinde havaya kalkıyordu. Gülümseyerek ve fısıltı ile “Çok üst düzey yerlerde dostlarım var” dedim ve önümdeki basamakları tırmanmaya başladım. Çevremdeki insanlara özellikle bakmıyordum. Elindeki elbise torbasını yerlerde sürüyerek zar zor yürüyen çok yaşlı bir teyzeciğe çarpmamak için biraz durakladım. Ondan sonra da hızımı hiç kesmeden yoluma devam ettim.

Şimdi mavi ışıkların yandığı koridorlara gelmiştim. İşte burası olağan üstü bir yerdi, Hayır, dekorasyon olarak değil, sıradan duvarların ardında saklı olanlar yüzünden olağan üstü sayılması gerekiyordu. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Açıkça korkuyordum. Bana anlatıldığına göre diğerlerinin aksine benim için buraya gelmek belli bir risk, hatta ani bir ölüm tehlikesi bile içeriyordu. Şimdiye kadar bu olasılığı hiç aklıma getirmemiştim. Ama şimdi ışıkların hafif iniltisini bacaklarımda, karnımda, kalbimde ve tam oramda hissedebiliyordum. Bedenimin bütün hücreleri titremeye başlamış gibiydiler. Oysa buraya gelebilmek için kaç yıldır neler yapmış, nelere katlanmıştım. Hepsini anlatmaya kalksam orta halli bir roman olurdu. Ve onca çabanın, emeğin göz yaşının ve alınan bu riskin işe yarayıp yaramayacağını bile bilmiyordum.

Işıkları geçmiştim ve artık “İÇERDEYDİM” hemen “makyajımı” tazelemek için erkekler tuvaletinin yolunu tuttum. İçersi iyi aydınlatılmıştı. Benden başka iki tane daha fraklı adam vardı. Her ikisi de çok yakışıklıydılar ve çok gençtiler. Lavaboların üzerini kaplayan aynada kendime baktığım zaman onlara ne kadar çok benzediğimi fark ettim. Ben de çok genç ve çok yakışıklıydım. 1,84 boyunda, 85 kilo ağırlığında, geniş omuzlu, kısa siyah saçlı, 20 yaşlarında, bir delikanlı aynada bana gülümsüyordu. Bu halimi çok seviyordum.

Genellikle etrafındakiler tarafından çok sakin biri olarak tanınırım ama bu akşam ellerimin titremesine engel olamıyordum. Şimdi çok farklı bir heyecanın ve endişenin esiri olmaya başlamıştım. Aslına bakılırsa böylesine yüksek dozlu bir heyecan benim için çok yeni bir duyguydu. Dünyada sadece tek örneği olan bir cinsel sapkınlık vakası mı idim? Belki de. Ama öyle bile olsam şu anda hiç önemi yoktu. Korkarak balo salonuna çıktım. Yüksek tavanlı, bol altın yaldızlı ve oymalı, her yanı barok süslemelerle dolu, dev avizelerin ortalığı ışıltıya boğduğu büyük bir salondu. İçersi yakışıklı genç erkekler ve güzel kadınlarla kaynıyordu. Hemen önümde biten küçük Honda servis robotundan elim boş kalmasın diye bir içki alıverdim ve yürümeye devam ettim. Kimse bana dikkat etmiyordu. İçerdeki çoşku, sevinç ve heyecan elle tutulacak kadar yoğundu. Sevinç çığlıkları her yeri kaplıyordu. Her yıl sadece bir kez yapılan bu geleneksel toplantının görüntülerini daha önce seyredememiştim. Kulağa pek inanılır gibi gelmese de şimdiye kadar hiç filme alınmamıştı. Çünkü bunu yapmak yasaktı.

Kendimi normal bir davetli gibi hissedebilmek için gülüşen bir gruba yaklaşırken salondaki tüm gürültüleri bastıran bir feryatla irkildim. Gruptakiler ise sadece biraz daha sesli ve anlayışlı gülmekle yetindiler. Salonun ortasında bir delikanlı ağlayarak kendini yere atmış ve bağıra bağıra döşemeyi yumrukluyordu.

“İlk kez geldiğine eminim”

Genç sarışın hanım bunu hiçbir aşağılamada bulunmadan son derece normal bir tonda söylemişti.

“İki sene önce ben de neredeyse böyle oluyordum” Diye bir delikanlı sözü almıştı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi kendi sohbetlerine dönmüşlerdi.

Olayın ve çevredekilerin tepkisizliği karşısında elimde olmadan biraz sarsılmıştım. Gerçi biraz düşünsem bu tür davranışların olabileceğini bulabilirdim ama gene de insan etkileniyordu. Fazla konuşmadan içkilerini yudumlayıp salondaki diğer davetlileri süzen bir çiftin yanına yaklaştım. Birbirlerine fazla sevgi ile bakmıyorlardı ve sanki benim gibi onların da burada fazla tanıdığı yoktu. Göz ucuyla bana dönüp, kokteyl partilere has, medenice bir açış cümlesi edip etmeyeceğime baktılar. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Tam aklıma bir şeyler getirecekken esmer, ince yapılı bir delikanlı geldi, genç kızın önünde durdu. Üçüne de çok yakındım ve daha bir saniye öncesine kadar gayet sakin olan bu köşede şimdi küçük şimşekler çakmaya başlamıştı. Kızın ağzından sessiz bir çığlık gibi “Kemal” ismi süzüldü. Adının Kemal olduğunu öğrendiğim adam yavaşça kadının ellerini ellerine aldı. Sonra da diğer adama döndü. Çok heyecanlı görünüyordu. Belli ki ne söyleyecekse yüzlerce kez tekrarlamıştı ve dersini iyi çalışmıştı.

“Sermet, eşinle bu gece sevişmek istiyorum…

“Bir kez daha yerimden sıçramıştım. Sanırım bu gece şaşırmaya doyamayacaktım. İnanılmaz bir gerilim olmalıydı ama yok gibiydi. Genç kadın yalvaran bakışlarını kocasının gözlerine dikmişti. Sermet kısa bir an karısına ve Kemal’e baktı. Sonra fazla da üzülmüş ya da kızmış görünmeden başı ile “evet” dedi. Arkalarından el ele uzaklaşmalarını seyretti. Afallamıştım, hatta kendi heyecanımı bile unutmuştum. Sermet ile göz göze geldik. Acaba adamı ayıplar gibi mi bakmıştım, ya da gözlerimle densiz bir soru mu sormuştum?

Adam anlayışlı bir şekilde omuzlarını silkti; “Ölecek” dedi.

“Kim ölecek?”

Sermet’in gerçekten üzüldüğünü görebiliyordum.

“Kemal akciğer kanseri, bir hafta daha yaşayıp, yaşayamayacağı belli değildi, ama artık bu geceyi çıkaramaz.”

“Karınızın öldüren bir cazibesi var galiba”

Espriyi yaptığım anda ne kadar salakça bir şey söylediğimi anlamıştım ama ağızdan çıkan sözün çaresi pek olmuyordu. Sermet olgun bir şekilde sadece bakmakla yetindi sonra da konuşmasına devam etti.

“Bizimkisi çok başarılı ve akıllıca yapılmış bir evlilikti ama Kemal ile Nazan’ın aralarında hiç adı konmamış bir aşk varmış, bunun da çok sonra anlayabildim.”

“Aldatılmak sizi çok mu üzmüştü.”

“Büyük ihtimalle hiçbir zaman aldatılmadım.”

Gözleri tavandaki bir noktaya dikildi.

“Sanırım ilk kez birlikte olacaklar.”

Uzaktan göğüs dekoltesi herkesin yüreğini hoplatacak bir kadın el sallıyordu. Sermet başıyla bana küçük bir selam verip uzaklaşıverdi. İçkimle baş başa kalmıştım. Yukarıdaki özel odaları düşündüm, şu anda bunlardan birine Nazan ile Kemal giriyorlardı. Oralarda yaşanan bu tür son sevişmeleri duymuştum ama nasıl bir şey olabilecekleri hakkında hiçbir düşüncem olmamıştı.

Ortamda çılgın bir gençlik vardı. Gürültülü bir şekilde sohbet eden beş genç adamın yanına gittim. Kim olduğumu merak bile etmeden hemen oluşturdukları küçük halkayı açıp beni aralarına kabul ettiler. Mavi gözlü, iri delikanlı Çıkarma’yı anlatıyordu. Onu dinlerken insan gerçekten de kariyerin kapağının sahile düşerken sıçrattığı suların sesini, havadan geçen mermilerin ıslıklarını, bizim gemilerden açılan top ateşinin şiddetini duyabiliyordu. Bir başkası çıkarmanın ilk gecesini anlatmaya başlamıştı. Düşman gece karanlığında tanklarla gelmişti ve tam bir hezimet ile gerçek bir zaferin arasında kıl kadar bir çizgi kalmıştı.

İzin isteyerek aralarından ayrıldım. Gözüm kalabalıklarda hep O’nu arıyordu. Acaba gelecek miydi? Kalın bir perdenin arkasına saklanıp çılgın gibi öpüşen bir çiftin yanından geçtim. Bir an aklımdan bir kadeh daha bir şeyler içmek geçti ama hemen vazgeçtim. İçmeyecektim. Bu gece çok özeldi ve her anını tam olarak yaşayacak kadar zihnim açık kalmalıydı.

İşte tam o anda O’nu gördüm.

Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. İnanamıyordum, salonun kapısından yeni girmişti ve gerçekti. Delici ve asla akıldan çıkmayan lacivert gözleri buradan bile belli oluyordu. Yerimden kımıldayabilmek için bütün enerjimi kullanmam gerekiyordu. Bir hata yapmamak için ona Neslihan demem gerektiğini birkaç kez kendime tekrarladım. Başka bir şeyler söyleyip bir anda her şeyi mahvedebilirdim. Bu riski göze alamazdım.

Neslihan yere kadar inen parlak bir elbise giymişti. Yırtmaçlarından kusursuz ve uzun bacakları bir görünüp bir kayboluyordu. Kalçaları geniş sayılabilecek gibiydi ama beli incecikti. Elbise neredeyse göbeğinden başlayarak yukarı doğru ikiye ayrılıyor ve göğüslerini ancak örtüyordu. Çok etkileyiciydi. Donup kalmıştım. Ama salonda tek etkilenen ben değildim ki sesler bir anda azalıp fısıltıya dönüşmüştü. Koşarak gitmeliydim yoksa bu kadar güzel bir kadının etrafının çevrilmesi an meselesiydi.

Neslihan salonun ortasına doğru yürüdükçe çevresinde beklentimin tersine bir boşluk oluşuyordu. Yoksa “fam fatal”, yani felaket getiren kadın öyküsü doğru muydu? Bunları hep dinlemiştim ama şimdiye kadar üzerinde hiç kafa yormamıştım. Neslihan çevresindeki insanlara dağıttığı mesafeli gülümsemesiyle ilerliyordu. Yanına doğru hızla gidiyordum. Üç dört metre kala beni gördü. Yüzüne bu kez sevimli bir ifade yayıldı.

“Varol! Ne işin var burada?”

Hiç telaşlanmamalı ve doğrudan söylemeliydim.

“Neslihan, senin için geldim.”

Sözlerim çevreden duyanlar için fazla ilginç olamazdı. Çünkü bu gece buna benzer sözcükler zaten havada uçuşuyordu. Onlardan biri daha denebilirdi. Ama sadece Neslihan söylediklerimin ne kadar olağan üstü olduğunun farkındaydı.

Geldi, kolumdan tuttu. Ellerinin değdiği yerden bütün bedenime elektrikler yayıldı. Her an kekeleyebilirdim. Bütün sevecenliğiyle yüzü yüzüme yaklaştı. Bu kez lacivert gözleri deldi geçti, nefesini de içimde hissediyordum. Hayal ettiğimden bile daha müthişti. Yere çöküp hüngür hüngür ağlayabilirdim. Neslihan’ın yüzündeki ifade güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeden daha anlayışlı bir hale bürünüyordu.

“Sahi neden geldin?”

“Gerçekten senin için geldim.”

İnanmaz gözleri şüphe ile bakıyordu.

“Ama senin için çok riskli değil mi?”

Evet benim için çok riskliydi. Bunu çok iyi biliyordum. Ama gelmiştim ve gelmemeyi bir an bile düşünmemiştim. Hızla anlatmaya başladım;

“Televizyonun üzerinde duran resmini hatırlıyor musun?”

Merakla gülümsedi.“Hangi televizyon? Ne resmi?”

Sahi, o resim sadece benim için o kadar önemliydi, sahibinin bile bir seferde tanımaması normal olmalıydı.

“Hani, Zehra Teyze’nin evindeki resmin” dedim ve “teyze” sözcüğünün ne kadar gülünç kaçtığını fark ettim. Neslihan hala aynı meraklı, sevecen ve hiçbir şey anlamayan yüz ifadesi ile bakıyordu.

“Se..senin, bir resmindi,.. şey.. bu gü..güne, yani bu günkü gibi bir giysi vardı üzerinde”

Neslihan’ın kaşları havaya yavaşça kalktı.

“Evet, hatırladım, Merkez Bankası balosunda çekilmişti.”

“O resimde de çok güzeldin…”

Yüzünde çapkınca bir gülümseme oluşmuştu.

“Ne zaman Zehra Teyze’lere gitsek, o resmi görebilmek için hep misafir odasında oynardım.”

“Ama Varol, daha okula bile gitmiyordun o zamanlar”

“Biliyorum ama resimdeki kadına aşıktım…”“Varol, beş yaşındaki bir erkek çocuğu nasıl aşık olabilir?”

Bir an cevap veremedim. Sonra aklıma geldiği gibi, kopuk kopuk cümlelerle, her gece nasıl onu hayal ettiğimi, ve bunu nasıl yıllarca devam ettirdiğimi anlattım. Neslihan resimdeki siyah beyaz görüntüsünden sıyrılıp yanıma geliyordu ve her gece birlikte oluyorduk. Sabah uyanınca da gene gece olsa da tekrar hayal etsem diye düşünüyordum. Aslına bakılırsa onca yıldan sonra resimdeki kadınla aramdaki ilişkide hiçbir azalma olmamıştı.

Kolumu tutan parmakları biraz daha kuvvetle sıkıyor gibiydi.

“Daha okula bile gitmiyordum ama o resimdeki kadına aşıktım.”

Neslihan küçük bir kahkaha attı.

“Seni küçük sapık!”

Çevremizdeki fısıltılar artıyordu. Neslihan’ın lacivert gözlerine kitlenmiş olduğumdan kimsenin yüzüne bakamıyordum ama kıskançlık yüklü sesler duyduğuma emindim. Evet bu kadar güzel ve seksi olmak kesinlikle affedilmez bir suç olmalıydı. Yavaşça salonun bir köşesine doğru yürüyorduk. İyice kenar bir noktada durduk. Sol eli hala kolumdaydı. Sağ eli ise yavaşça yüzümü okşadı.

“Ve şimdi benimle birlikte mi olmak istiyorsun.”

“Evet”

“İnanılır gibi değil.”

“Neslihan, neden inanılır olmasın, insan bir aşkı bu kadar uzun süre içinde taşırsa…”

“Ve burada olabilmek için belki de hayatını tehlikeye attın…”

“Evet”

Kaşları havaya merakla kalkmaya başlamıştı. Lacivert gözleri dalgınlaşıyordu. Fısıldadı.

“Sen doğruyu söylüyorsun…”

Bir süre durdu,“Peki benimle birlikte olmanın hiç de normal bir şey olmadığının farkında mısın?”

Sabrım taşıyordu,

“Her şeyin farkındayım, ya da hiçbir şeyin farkında değilim, ama istiyorum. Ve de bu benim tek şansım.”

Saniyeler geçip duruyordu. Teklifimi ciddi biçimde düşündüğü kesindi. Acaba nefes almayı mı unutmuştum? Kalbim her an durabilecek gibiydi. Kendimi eni konu zampara olarak bilirdim, ve şu anda yaşadığım duyguları ve çaresizliği hayatım boyunca hayal bile etmemiştim. Bu gibi durumların ancak başkalarının başına gelebilecek zavallılıklar olduğunu o kadar emindim ki… Yani bu geceye kadar. Yani Neslihan soluk bir resimdeki soluk bir hayal olarak yaşadığı sürece…

Neslihan’ın yüzüne huzurlu ve sevecen bir ifade yayıldı. Olumlu mu değil mi bilmiyordum ama o anda kararını verdiğini anladım.

“Beni bekle, öncelikle birilerini görmem gerekiyor.”

Susuyordum, cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum. Tam uzaklaşırken yavaşça dönüp gülümsedi,

“Merak etme, küçük bir çocuğun hayallerini yıkacak kadar kötü biri değilim.”

Uzaklaşarak kalabalığa karıştı. Büyülenmiş bir şekilde arkasından bakıyordum. Üzerimdeki baskıya daha fazla dayanamayacaktım, ne olursa olsun deyip, içindeki buzlardan ve renginden viski olduğunu tahmin ettiğim bir bardağa uzandım ve bir dikişte bitirdim.

“Tipik bir Neslihan etkisi!”

Ufak tefek, gösterişsiz ama zeki bakışları olan genç bir hanım yanımdaydı. Kendi kadehini benimkiyle tokuşturdu.

“Kocamdaki etkisi sizinkinden çok daha sert olmuştu”

Kadının gözleri uzak bir noktaya, ya da uzak bir geçmişe dalıp gitmişti. Kendi kendine konuşur gibiydi.

“Sizin şu Neslihan Hanımın, geçen yılki toplantıda yattığı iki adam da ertesi gün öldüler.”

Kadının yüzüne dev bir soru işareti gibi bakıyor olmalıydım. Acı, tatlı karışık bir gülümseme ile cevap verdi;

“Bu konuda kadını suçlayamayız. Gecenin anılarını ertesi gün taşımaya adamların bedenleri dayanamadı”

Tekrar uzaklara dalıp eski hüznüne dönmüştü.

“Nasıl olduğunu çok iyi biliyorum, çünkü bir tanesi kocamdı.”

Elini nazikçe bana uzattı.

“Tanışalım, adım Katrin.”

“Benim ki de Varol”

Katrin dikkatle gözlerime bakıyordu.

“İlk kez geliyor gibisiniz”

“Evet”

“Benim dördüncü gelişim, ilk seferinde çok heyecanlanmıştım, hatta buraya davet edilmenin Tanrısal bir lütuf olduğunu bile düşünmüştüm.”

Meraklanmıştım. Başkalarının burada olmaktan neler duyumsadıklarını hiç bilmiyordum.

“Artık öyle düşünmüyor musunuz?”

Gözlerinde şiddet yüklü kıvılcımlar çaktı.

“Bu… bu yapılan iş tam bir hata… İnsan hayatının doğal akışıyla alay etmek… Hatta belki de Tanrı ile alay etmek.”

Kocasının ölümü ile baş edemediği kesindi. Ben ise bu balo ile ilgili hiç de onun gibi düşünmüyordum. Yılda bir kez yapılan bu toplantı, olağan üstü teknolojilerin kullanıldığı ve çok faydalı yaşamlar sürmüş insanlara verilen doğa üstü bir hediyeydi. Her yıl sadece birkaç saat sürebiliyor olması ise bence hiç yoktan daha iyiydi. Kadını sakinleştirmek için bir şeyler mırıldanmaya çalışırken beni dinlemeyip, bambaşka bir konuya geçtiğini fark ediyordum:

“Çocuk Esirge Kurumlarındaki çocukları bazen aileler hafta sonları evlerine misafir ederler. Çocuğa iyi vakit geçirtmek için ellerinden geleni yaparlar, gezdirirler, yedirirler, çok güzel eğlendirirler, hatta hediyeler alırlar. Ama Pazar gecesi gene getirip o soğuk binaya bırakırlar.”

Dehşet içinde ne anlatmaya çalıştığına bakıyordum.

“Varol Bey, ben de öyle bir yuvada yetiştiğim için çok iyi bilirim. Annesiz babasız yaşamaya iyi kötü alışmışken bir hafta sonunu mutlu bir aile ortamında, size akran biriyle geçirmek yüzünüzde nasıl bir tokat gibi patlar hiç bilir misiniz? Aslında kaybettiklerinizin ne kadar büyük ve önemli olduğunu o zaman gerçekten anlarsınız ve inanın bana ardından üç ay kendinize gelemezsiniz. Bu toplantıya gelmek de aynen böyle bir şey.”

Olaya hiç bu açıdan bakmamıştım. Katrin Hanım’dan izin isteyerek yanından ayrıldım. Bu gece başka insanların yoğun sıkıntılarını taşıyabilecek kadar güçlü değildim.

Salondaki en az taşkınlık yapan gurupların yakınlarında olmaya ve anlattıklarını dinlemeye çalışıyordum. Ama hiçbiri ilginç gelmiyordu. Ayrıca elimdeki içkiler boşalır boşalmaz servisçiler tarafından tazeleniveriyordu. Artık sesleri yankılanarak, görüntüleri ise uçuşan bir tül perdesi ardından izlemeye başlamıştım. İşin ilginci kendimi gayet iyi hissediyordum. Oysa içkiyi bu kadar fazla kaçırdığımda genellikle sabaha kadar tuvalete kapanır ve altı üstüne gelen midemin iyileşmesini beklerdim ama bu gece midemde hiç sorun yoktu. Tam yeni bir tepsiye uzanacakken güçlü bir el koluma yapıştı. Döndüm ve lacivert gözlerin şiddeti ile irkildim.

“Yaramaz çocuk, çok fazla içmişsin, gel benimle.”

Hayret verici bir şekilde Neslihan’ı çok net görüyor ve duyuyordum. Ama onun dışındaki dünya artık tamamen kaybolmuştu. Merdivenleri koşarak çıkıyorduk, bir koridora geldik, çırılçıplak bir çiftin yanından geçip, farklı bir servis robotunun önünde durduk. Bizi alıp bir odaya götürdü ve içeri buyur etti. Beynimin içinde Neslihan ile, hem de aynı resimde gördüğü haliyle, bir odada baş başa kaldığım gerçeği patladı. Sonunda hayattaki en büyük ve en gizli hayalim gerçek oluyordu.

Neslihan beni yatağa devirdi ve üzerime atlayarak her şeyimi çıkarmaya başladı. Ne yapacağımı bilemiyordum ama sanırım bir şey yapmam da zaten gerekmiyordu. Ondan sonrası…

Ondan sonrası ise olağan üstüydü…

Çocukluk anılarım, soluk bir resimden bana bakan seksi bir kadın, gecenin gerçekleri, her şey birbirine karışıyordu. Neslihan ise ne yoruluyordu, ne de durmak biliyordu. Ben de artık yavaş yavaş ayılmaya başlıyordum. Ortamı derinden gelen bir boru sesi doldurdu. Çok pes perdeden başlamış, rahatsız etmeden uzuyor ve yavaşça inceliyordu. Neslihan doğruldu, yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirdi.

“Saat gece yarısı on iki”

Kolumdaki saate baktım, 02:27 idi.

“Yaramaz çocuk, sen Külkedisi masalını hiç okumadın mı?”

Ne kadar da aptaldım…Kalkıp etrafa saçılmış giysilerini toplayıp giyinmeye başladı.

“Şimdi bana bir söz ver ve üçüncü boru ötmeden bu odadan sakın çıkma.”

Onu balodan ayrılırken görmemi istemiyordu. Başımı “evet” anlamında öne eğdim.

Hala yatakta perişan bir şekilde yatıyordum eğilip alnıma bir öpücük kondurdu.

“Bu gece benden nefret etmeyen tek erkeğe son bir öpücük”.

Bir an sonra odada yalnız ve tavana bakar bir şekilde yatmaya devam ediyordum. Zaman kavramını yitirdiğim için ikinci boru sesini duyduğumda aradan çok mu, yoksa az mı zaman geçtiğini bilmiyordum. Ama tamamen ayılmış bir şekilde yerimden fırladım, şimşek hızıyla giyindim ve kendimi koridora attım. Onu son bir kez daha görmeliydim. Aşağıya salona indiğimde her yer insan kaynıyordu, aralarında Neslihan’ı arıyordum. Herkes fazla acele etmeden artık gitmeye hazırlanıyor ve giyinme odalarına doğru yürüyordu. O anda içimdeki kıpırtıları ve tavandaki kırmızı ışıkları fark ettim. Kırmızı ışık her yerime doluyor gibiydi. Kapının kenarında bir yere saklandım. Buradan ayrılan davetlileri görebiliyordum. Genç kızların yüzlerinde yavaşça kırışıklıklar beliriyordu, saçlar kırçıllanıyordu, erkeklerin saçları açılmaya ve beyazlamaya başlamıştı. Elimi mideme götürdüm, biraz önceki gergin karın kaslarının yerine yavaş yavaş keyifli bir göbek çıkmaya başlamıştı. Tam karşıdaki boy aynasında ise şakaklarımdaki kırlaşan saçları fark ettim. Kırkdört yaşıma geri dönüyordum. Ama buradaki diğer davetliler benden çok daha fazla değişiyorlardı. Aralarında belleri bükülmeye başlayanlar bile vardı. Neslihan’ı hala göremiyordum. Eğer görürsem acaba tanıyabilecek miydim onu da bilemiyordum. Özel bir sedye robotu ışıklar saçarak geldi. Üzerinde fraklı ve çok yaşlı bir adam yatıyordu. Görünüşe göre artık hayatta değildi. Acaba gençlik aşkına geç kavuşan Kemal mi diye düşündüm. Hiç benzemiyordu. Arkasından Kemal, Nazan ve Sermet’i gördüm. İki erkek de Nazan’ın kollarına girmişlerdi. Çok yaşlılardı ama kolayca tanınabiliyorlardı. Kemal’in yüzünde çok kuvvetli fiziksel bir acı, mutluluk ve artık hazır olan bir insanın huzurunu görüyordum. Adımlarını zor atabiliyordu ama kesinlikle üzüntülü değildi. Beni fark etmeden önümden geçip gittiler. Davetliler iyice azalmıştı, birazdan ortalık bomboş kalacaktı ama Neslihan hala yoktu. Yavaşça çıkışa yöneldim. Dışarısı ana baba günüydü. Merdivenlerin bittiği yerde onlarca ambülans, araç ve ciddi miktarda bir kalabalık vardı. Çok yaşlı insanlar zar zor yürüyerek bekleyenlerin kollarına atılıyorlardı. Normal insanların ise yaş dönüştürücüden etkilenmemek için merdivenli bölüme girmeleri yasaktı. Bu gece binada davetlilerden başka tek bir canlı yoktu.

Havadaki deniz kokusunu kokladım, içim karma karış olmuştu, yoğun bir mutluluk, şaşkınlık, pişmanlık, belki de suçluluk, sanki hepsini birden duyumsuyordum. Yaş dönüştürücünün altmış yaşın altındaki insanlarda çok tehlikeli yan tesirleri olabileceğini hatırlayıp ürperdim. Belki de yarın sabah uyanamayacaktım.

Evime doğru gidecekken bir iskemle robotunun derinden gelen motor sesine döndüm. Yirmi metre kadar ötede yürüyen iskemlenin üzerindeki yaşlı kadına baktım. Binadan en son çıkmış, yavaşça aşağıda bekleyen tek arabaya doğru gidiyordu. Bembeyaz saçları, iyice eğrilmiş kambur sırtı ve küçücük kalmış bedeni ile tanıdığım kimseye benzemiyordu. İskemle son basamağa geldiğinde Zehra Teyze’yi fark ettim, artık yetmişine yakın olmalıydı. Hayattayken annemin en yakın arkadaşıydı, ve yaşlı kadını karşılıyordu. Ben yaşlarda bir erkekle birlikte yaşlı kadını kollarından sevgiyle tutup kaldırdılar. Bu da Haluk olmalıydı, çocukken onunla çok oynardık, hem de o resmin durduğu o odada… Kıpırdayamadan bakıyordum. Hiçbirinin beni görmesini istemiyordum ama uzaklaşamıyordum da. Yaşlı kadın başını çevirdi ve keskin lacivert gözler kısa bir an bana baktı. Sonra iyice buruşmuş dudakları gülümseyerek oynadılar. Söylediklerini duyamadım ama “Yaramaz çocuk” dediğini biliyordum.

*ÇİZGİROMANLAR...

Yeni Bir Bilimkurgu Çizeri Doğuyor: ALİ DOĞAN SAYINER!
Yakında genç sanatçıyla yapılacak bir söyleşi
ve çizimlerinden oluşan galeri burada olacak...

Çizgiromanlar ile ilgili sayfalarımızı gezmek için lütfen linki tıklayınız;

www.nostromo-cizgi.blogspot.com